Derken, sizin çehrenizi taşıyan kişinin sizin filminizdeki insan olmadığını görüyorsunuz. Kendi kendinize, “A, bu ben değilim! “ diyorsunuz ama şimdi annenizin sizi nasıl algıladığını, sizinle ilgili inançları görebiliyorsunuz ve bunların kendinize dair inançlarınızla alakası yok! Sonra, babanızın karakterini, annenizin onu algıladığı şekliyle görüyorsunuz, onun da sizin algıladığınız babayla ilgisi yok. Tamamen çarpıtılmış, tıpkı anneniz gibi tüm karakterlerin algılaması gibi. Bir de annenizin sevgilinizi algılama biçimini görünce, azıcık içerliyorsunuz. “ bu ne cüret!” diyerek sinema salonundan çıkıyorsunuz.
Bir sonraki filmde ise sevdiğiniz insanın hikayesi oynuyor. Şimdi de sevgilinizin sizi algılama biçimini görebilirsiniz ve bu karakter sizin ve annenizin filmlerinde oynayanlardan tamamen farklı. Sevdiğiniz insanın çocuklarınızı, ailenizi, arkadaşlarınızı algılama biçimini görebiliyorsunuz. Sevgilinizin kendisini yansıttığı hali sizin sevgiliyi algıladığınız hal hiç değil. Sonra o filmden çıkıyorsunuz ve çocuklarınızın filmine gidiyorsunuz. Çocuklarınızın sizi, büyükanne, büyükbabayı nasıl gördüklerine inanamıyorsunuz. Sonra kardeşlerinizin, arkadaşlarınızın filmine giriyorsunuz. Ve herkesin kendi filmindeki karakterleri çarpıttığını görüyorsunuz.
Tüm bu filmleri izledikten sonra kendi filminizi izlemek üzere ilk sinema salonuna dönmeye karar veriyorsunuz. Kendi filminizde oynayan size bakıp seyrettiğiniz hiçbir şeye artık inanmıyorsunuz. Artık tüm hayatınız boyunca oynadığınız o rolün aslında boş olduğunu çünkü kimsenin sizi algılanmak istediğiniz biçimde algılamadığını fark ediyorsunuz. Çevrenizdekilerin sizin filminizde olup biten tüm dramların farkında bile olmadıklarını görüyorsunuz. Besbelli, herkesin dikkati kendi filmine odaklanmış durumda. Kendi sinema salonlarında, yanı başlarında oturduğunuzu görmemişler bile. Karakterlerin tüm dikkati kendi filmlerine yoğunlaşmış ve yaşadıkları tek hakikat o. Dikkatleri kendi yaratılarına öyle takılmış ki, filmi izleyen kendi varlıklarının bile farkında değiller.
O anda, sizin için her şey değişiyor. Hiçbir şey eskisi gibi değil çünkü artık olup biteni anlamış durumdasınız. İnsanlar kendi dünyalarında, kendi filmlerinde, kendi hikayelerini yaşarlar. Tüm inançlarının yatırımını o hikayeye yapmışlardır ve o hikaye onlara göre gerçektir. Ancak görece bir gerçektir çünkü size göre gerçek o değildir. Şimdi sizinle tüm ilgili görüşlerin sizin değil, onların filmindeki karakterlere ait olduğunu görebilirsiniz. Sizin adınıza yargıladıkları, yaratmış oldukları bir karakterdir. İnsanların hakkınızda düşündükleri ne varsa aslında onlardaki “siz imgesi” üzerine kuruludur; o imge siz değilsiniz.
Bu noktada, en çok sevdiklerinizin aslında sizi tanımadıkları ve sizin de onları tanımadığınız açıktır. Onlara dair tek bildiğiniz onlarla ilgili inançlarınız. Sadece onlar için yarattığınız imgeyi tanıyorsunuz ve o imgenin gerçek insanlarla alakası yoktur. Ana babanızı, eşinizi, çocuklarınızı, arkadaşlarınızı çok iyi tanıdığınızı sanıyordunuz. Gerçek o ki, onların yaşamlarında olup bitenlerden, ne düşündüklerinden, ne hissettiklerinden, hayallerinden bi habersiniz. Daha da şaşırtıcı olan, kendinizi tanıdığınızı sanmış olmanız! O zaman kendinizi bile tanımadığınız sonucuna varıyorsunuz. Öyle uzun zamandır rol yapıyorsunuz ki, olmadığınız biriymiş gibi davranmanın ustası olmuşsunuz.
Bu farkındalıkla, “ Sevdiğim insan beni anlamıyor. Kimse beni anlamıyor” demenin saçmalığını anlıyorsunuz. Tabi anlamazlar. Siz bile kendinizi anlamıyorsunuz ki. Kişiliğiniz bir andan diğerine, oynadığınız role göre hikayenizden yardımcı rol karakterlerine göre değişiyor. Evde belli bir kişiliğiniz var. İşteki kişiliğiniz tamamen farklı. Kadın arkadaşlarınızla başka bir türlüsünüz, erkek arkadaşlarınızla başka türlü. Oysa tüm yaşantınız boyunca başkalarının sizi gayet iyi tanıdığını varsaydınız ve onlar beklentilerinize göre davranmadıklarında, bunu kişisel algılayıp kızdınız tepki verdiniz ve sözü yok yere bir sürü dram ve uyuşmazlık yaratmakta kullandınız.
Şimdi insanlar arasında neden bunca uyuşmazlık olduğunu anlamak daha kolay. Dünya kendi düşünü gören, başkalarının kendi alemlerinde, kendi hayalleriyle yaşadığının farkında olmayan milyarlarca insan dolu. Başkarakterin bakış açısında ki, bu onun yegane bakış açısı, her şey onunla ilgili. Yardımcı karakterler onun bakış açısına uymayan bir şey söylediklerinde, kızarak konumunu savunmaya kalkışır. Yardımcı karakterlerin kendi istediği gibi olmasını arzu eder, eğer değillerse çok kırılır. Her şeyi kişisel algılar. Bunu idrak edince, çözümü de anlamanız mümkün; çözüm son derece basit ve mantıklı: “Hiçbir şeyi kişisel algılamayın”